Vakanüvis yazdı;
Fransız Balzac: Bürokrasi, cücelerin heybetli gücü
Avusturyalı Mises: Verimliliğe düşman, israfta şuursuzdur
İtalyan Mosca: Bürokrasi mutlakiyetçidir, despottur
Hafız İbrahim Efendi: Okullarımız memur imalathanesi işleri; işlere düğüm atmak
BÜROKRASİNİN AD BABASI FRANSIZ İKTİSATÇI GOURNEY
Bürokrasi, acaip bir “şey”. Ne yalnızca bu toprakların, ne yalnızca bu zamanların meselesi. Antik ve alışılmış devirlerdeki üretim sürecinin niteliği gereği, “masa başı iş” böylece olmadığından, bu devirlerde sadece kralın yanında yöresindekilerin işleri ile tapınaklardaki ruhban sınıfın muhtelif faaliyetleri ile sınırlı olan bürokrasi ve bürokratlar, bugünkü manaya karşılık gelmiyordu. Çağdaş devletin karoser bulmaya başladığı, şehirlerin gitgide artarak kalabalıklaştığı son 300 yılda ise bürokrasi de, ortaya çıktı, büyüdü, serpildi, gelişti. Artık şehirdeki kalabalıkların devletle daha çok işi vardı, dolayısıyla bu işleri görmeye “memur” birileri gerekiyordu.
Memurların çalıştığı yerlerden, bürolardan mülhem bir ad ortaya atan birey Fransız iktisatçı Vincent Gournay ’di. Vincent ’in; 1700 ’li yılların ortasında devlet dairelerindeki “Koyu renkli kumaşla örülmüş yazı masası” ilhamla “bure/bureau” ismine kuvvet, iktidar anlamında Yunanca “krasi”yi ekleyerek bürokrasi kavramını bulduğu literatürde yer alıyor. Bürokrasinin adının daha yeni konmasıyla birlikte çabuk “hastalık” olma yolunda nasıl ilerlediğini ise ünlü Fransız romancı Honore de Balzac ’ın İşçiler isimli romanında okuyabiliriz. Usta yazar, bu eserinde, bir kahramanının ağzından bürokrasiyi şöyle tanımlamıştı: “Bürokrasi, kategorik açıklama ve raporları seven, bu yönde akım olan, aleladeliğe doğal bir nezaket besleyen, cüceler göre kullanılan heybetli bir güç.”
BÜROKRASİ BAĞIMSIZLIK TEŞEBBÜS VE SAHIPLIK DÜŞMANIDIR
1881 doğumlu Avusturyalı Ludvig von Mises de “Bürokrasi” isimli kitabının bir uygun İngiltere ’den örnek vererek, bürokrasi ve bürokratları çokça eleştirir: “Bürokrasinin demokrasiye, liberalizme ve İngiliz parlamento rejiminin ruhuna tam manasıyla aykırı olduğuna değişkenlik yoktur. Bürokrasi, serbest girişim ve mülkiyete karşı gösterdiği taassup ve düşmanlıkla tebarüz eder. İşlerin sevk ve idaresini felce uğratır. Sebebiyet verdiği şuursuz tutumsuzluk ile ulusal serveti heba eder. Armoni ve birlikten mahrumdur. Plancılık iddiasına karşın sınırları kesin bir gayesi ve programı yoktur.”
“BİR KRALA BAŞKALDIRMAK IMKAN DIŞI DEĞİLDİR”
Mises hem, “bürokrasi ile uğraş”nin ne dek imkansız bir şey olduğunu da, “Bir krala kargaşaya yol açmak imkan dışı değildir. Sonuçta karşınızdaki bir insandır. Lakin tanrılaşmış bir varlık olan devlet mefhumuna ve onun mahviyetkar kulları olan bürokratlara karşı başkaldıramazsınız” cümleleriyle anlatır.
Eleştirilerini artan bir şekilde arttıran Mises, bürokrasinin vazgeçilmezlik problemine de göze çarpan eder: “Bürokrata tarafından kendisi olmasa, duyarlılığı, zekası olmasa devlet batar, millet anarşiye düşer, fesat sokaklarda kol gezer. Ama lağımcılar, baca temizleyiciler ve bulaşıkçılar olmasaydı da, millet büyük sıkıntılara maruz kalırlardı. Bugünkü sosyal işbirliği sistemi içinde, tüm vatandaşlar birbirine muhtaçtır. Bir büyükelçi kendisini cemiyetin temeli addetmek hususunda, bir hizmetçi bayan veya yataklı vagon hamalından artı hak sahibi değildir.” Mises, bürokrasi aleyhinde sade vatandaşın neler demesi gerektiğine de kafa yormuştur. Küçümseyen bir dille şunları yazar: “Siz bizlerden, vatandaşlardan daha çok iyi ve onlardan üstün insan olabilirsiniz. Sizin salahiyet ve zekanızdan değişkenlik etmeyiz. Ama sizler ‘devlet ’ dediğiniz bir tanrının papazları değilsiniz. Sizler, bu memleketteki yasal kanunların hizmetkarısınız. Bunun için ücret alıyorsunuz.”
“REDDETME GÜCÜ”
Bürokrasiden şikayetçi olanlar bitmek bilmez. Fransız Alfred Sauvy de, 1900 ’lerin ortasında yazdığı “Bürolar ve Bürokrasi” isimli kitabında, bu organizasyonun “reddetme gücü”ne uyarı çeker: “Pek çok konuda müsade verme ya da reddetme gücüyle donatılmış bir mekanizma. Bu gücün dolayımlarını da mekanizmaya katmak gerekir. İnsanı tepeden bakarak karşılayan ya da ‘girmek yasaktır ’ yazılı bir kapının önünde bırakarak ortadan kaybolan odacılar. Kafka ’nın Şato ’suna yaklaşmayı engelleyen sekreter ya da santralciler.”
Bilindiği gibi, kamu yönetimlerine yönelik eleştirilere aleyhinde geliştirilen savunma, “millet yararı, hikmet-i hükümet, devletin ali menfaatleri” gibi kavramlarla olur. Fransız filozof Baron de Grimm ise bu itirazlara, şu – azıcık abartılı – cümlelerle itiraz eder: “Katipler, sekreterler, müfettişler ve memurlar, halk yararını yapmak için atanmazlar. Aksine; halk yararı, büroların, bürokratların var olmalarını sağlamak için buluş edilmiştir.”
“KANUNA, GÖRENEKLERE VE ESKİLİĞE BAĞLILIK EN BÜYÜK FAZİLETTİR”
Bilal Eryılmaz ’ın “Bürokrasi ve Siyaset” isimli kitabında aktardığına tarafından de, İtalyan siyaset bilimci 1858 doğumlu Gaetano Mosca da bürokrasinin işleyişini hiç de hoş olmayan satırlarla anlatır: “Memurların entelektüel ufukları, hiyerarşi kademeleri, kanun nizamnameleri ve talimatname metinlerinden ibaret kalmıştır. Memurların istikbali, amirlerinin lütfuna bağlanmıştır. Vazife esnasında ya da dışarıda amirlerinin emri altından çıkamaz olmuşlardır. Bir memurun ve eşinin hususi hayatlarının dahi devlete ait makam derecesinin icaplarına tarafından ayarlanması ananevi bir gelenek haline gelmiştir. Bir bürokrat, işleri ıslah için teşebbüste yeralma imkanına sahip değildir. Hiç kimse bununla beraber ayrıca bürokrat keza de inkılapçı olamaz. Bürokrata tarafından, kanuna, göreneklere ve eskiliğe bağlılık en büyük fazilettir.”
IPEKLI (KOSOVA) MEBUSU HAFIZ İBRAHİM EFENDİ: MEKTEPLERİMİZ MEMUR İMALATHANESİ
Eski yıllarda Türkiye ’de de bürokrasiye yönelik eleştiriler olmuştu. İttihat ve Terakki döneminde Meclis-i Mebusun ’daki bir oturumda Maliye Bakanı Cavit Bey, memur sayısının 40 bin oluğunu ve daha da artması gerektiğini söyleyince, Ipek Mebusu Hafız İbrahim Efendi, şu karşılığı vermişti: “Cavit Bey! Cavit Bey! Bu yoksul insanlar senin memur ordunu besleyemez. Biz burada memur sayısını artırmak için kanun çıkartıyoruz. İşleri basitleştirmek işimize gelmiyor. Çünkü mekteplerde çıkanlar memur olarak çıkıyor. Mekteplerimiz memur imalathanesi. Onlar başımıza tasa olmasın diye, halkın işlerini el altından zorlaştırıyor, düğümlüyor daha sonra da memura ‘gel bunu çöz ’ diyoruz. O çözmek yerine yeni karmakarışık ilmikler atıyor ve bu sefer yeni bir teşkilata ‘gel çöz ’ diyoruz. Bu işin sonu nereye varacak?”
HEGEL: VATANDAŞLARI HOR GÖRMELİ / CARLYLE: HALK GENELDE BUDALALARDAN OLUŞUR
Tabii, bürokrasi ve bürokratlara herkes de vuruyor yok. Örneğin ünlü Alman filozof Friedrich Hegel, 1800 ’lerin başında bürokrasi ve bürokratların önemini, “Vatandaşları, kamuoyunu hor görmemiş olanlar, hiçbir zaman büyük işler başaramazlar” satırlarıyla anlatıyordu. Hegel ’in dönemdaşı İngiliz tarihçi Thomas Carlyle de, “Halk, çoğunlukla budalalardan oluştuğu için iktidar, sayısız ve budala bir topluluğa verilemez. İktidar, akıllı birkaç birey ve bürokratlara verilmelidir” diyordu.
REKTÖR KNAPP: PARLAMENTO ÇOĞUNLUĞUNA KARŞI EFENDİ ’LİĞİMİZİ GÖSTERMEYİ BİLİRİZ
Tarihte, “bürokratik kafa”nın en perdesiz, en arkadaş canlısı itirafı ise herhalde Alman rektör Georg Friedrich Knapp ’a aittir. Knapp, 1 Mayıs 1891 tarihli bir konuşmasında şunları söyleyecektir: “Devlete Ait makamlarımız, iktidarın ellerinden alınmasına katiyen müsaade etmeyeceklerdir. Biz, parlamento çoğunluğuna aleyhinde ‘Efendi ’liğimizi göstermeyi biliriz. Almanya, resmi makamların her şeyden üstün tutulduğu bir devlettir.”