Reşat Nuri Güntekin hakkında bir şeyler araştırırken Anadolu Notları ’nda bir duraksadım. Güntekin, Maarif Müfettişi sıfatıyla yaklaşık olarak bütün Anadolu ’yu gezmiş ve bu sırada Dil Heyeti ile karşılıklı çalışmışlar.
Bu süreçte Anadolu ’yu öylesine içselleştirmiş ki, sonraki tüm romanları bu gezilerden izler taşımış. Anadolu ’nun kokusunu hemen hemen burnumuza dolduran, her kitabında gerçekliğiyle uyarı çeken Güntekin, bütün gezilerini 1936 ’da kitaplaştırmış ve işte Anadolu Notları böyle doğmuş.
İşte Güntekin ’in Anadolu Notları ’ndan bir minik parça alıntılıyorum size…
(Reşat Nuri Güntekin)
OTORAY YOLCULUĞU NİĞDE – KAYSERİ
Niğde’ye yaklaşıyorduk.
Yanımda oturan bir Niğdeli şehrin eteğini saran ağaç kümeleri arasında öyle iyi seçemediğim bir noktayı muhabere etti; “Faruk Nafiz ’in hanı” dedi.
Büyük şairin han sahibi olduğu günleri de inşallah görürüz. Fakat yol arkadaşımın bana gösterdiği yapı sadece Faruk Nafiz ’in unutulmaz “Han Duvarları” şiirinde betimleme ettiği han idi.
Kıyafetinden anlaşıldığına tarafından Niğdeli dost bir esnaf yahut emekçi idi. Böyle olmakla beraber Han Duvarları’nı ve Faruk Nafiz’i biliyordu. Daha garibi trende ilk gördüğü bir yabancının bu şiiri, şiirde tasvir edilen hanı ve Faruk Nafiz’i tanımamasını kabul etmiyor, ateş ve su nev’inden herkesçe malûm şeylerden bahseder gibi iki kelime ile bana maksadını anlattığına inanıyordu.
Güzel şiirin kudreti! İyi yazılmış bir manzum hikâye koskoca bir hanı, koynundaki tapu senedine rağmen ana sahibinin elinden alıyor, Faruk Nafiz’e mülk ediyordu.
Mamafih arkamızda ayakta duran ve bizi dinleyen uzun boylu bir sakallının “Değil yahu… O han falanındır” diye öbür mülk sahibinin hakkını da ziyadan kurtardığını itirafa mecburum.
Niğde ile Kayseri arasındaki yolu, Faruk Nafiz’in istiklâl muharebesi senelerinde kona göçe üç günde aştığı o uzun mesafeyi, ben bugün otoray denen yeni buluş bir âlet içinde, âdeta uçarak geçiyorum.
Akşamın beş buçuğunda daha, Niğde istasyonunda kahve içiyordum. Sokak fenerleri yanarken Kayseri’de olacağım.
Bisikletin ilk icadı zamanlarında ona verilen “Iblis Arabası” ismini bu otoraya gizlemek lazımmış! Otoray görünüşe göre yirmi otuz karakter büyücek bir otobüs. Lakin ikisi aralarında âdeta nalınlı adam ile patenli adam farkı var. Otobüsün mütemadiyen taşla, toprakla boğuşmasına mukabil Otoray, cilâlı çelik raylar üstünde yağ gibi kayıyor.
Ulukışla ile Kayseri arasında günde iki sefer yapan bu arabaların, birinci ve ikinci sınıf yolcuları için, şoförün gerisinde dört maroken koltuğu, camekânlı bir kapı ile buradan ayrılan geri tarafında da demokratlara bile bile, yirmi otuz şahsiyet kanepesi var.
Bazı şakacı yolcular lüks kısma Lortlar kamarası, ötekine Avam kamarası adını takmışlar.
Bu Otoray, yolları âdeta çocuk oyuncağına çevirmiş. Meselâ Kayserililer bizim Ada vapurları biletinden daha ucuz bir para ile günübirliğine Bor bahçelerinde eğlenmeye gidiyorlar.
Sürücü, daha açık konuşmak gerekirse makinistin bana anlattığına kadar Adana ve Kayseri ‘de oturan iki akraba, meselâ bir ana kız pazar sabahları bulundukları yerden hareket ediyor, öğleyin Ulukışla’da birleşiyorlar; akşama içten yeniden evlerine dönüyorlarmış.
Bu gezi, artık yolculuktan usandığım bir zamana rastlamış edinmekla beraber beni atlıkarıncaya binmiş bir bayram çocuğu gibi eğlendiriyordu. Otoray, son derece munis bir süsleme arasından akıp bu arada kâh makinistin omuz başından önümüzdeki yola, kâh arkaya geçerek akşam ışıkları ile sararıp kızaran ovalara bakıyordum.
Yeni bir buluş yalnız manzaraları ve hayatı değiştirmekle kalmıyor; duygularımıza, dünyayı görüntü tarzımıza da etki ediyor.
Yolculukta akşam, insanının gayri ihtiyarî garipsediği, kendini karanlık düşüncelere bıraktığı saattir. Halkın akşam garipliği terki bile anlattığı bu duyguda kendimizi uçsuz bucaksız mesafeler aralarında kaybolmuş hissetmemizin, arkada bıraktığımız uzağı yeniden görmek şüphesinin, öndeki uzağa yetişememek korkusunun kuşkusuz bir payı vardır. Mesafelere hâkim elde etmek emniyeti işte bu kararsızlık ve korku mefhumunu kaldırıyor, insana bu geniş ovalarda kendi mahallesinde, evinin bahçesinde seyahat etmek hissini veriyor.
Faruk Nafiz :
“Dönmeyen yolculara ağlayan yaslı yollar” diye anlattığı bu yolu, vaktiyle bir yaylının şiltesine uzanarak, “kendini tekerleğin sesine kaptırarak” geçmiş olmasaydı da benim bindiğim otoray içinde tayyarede gibi geçseydi bu acı gurbet şiirini bilmem yazabilir miydi?
Anadolu Notları
Reşat Nuri Güntekin
İnkılap Yay.
S.: 287
Kitabı satın almak için tıklayınız: idefix