Bugün artist şair Tevfik Fikret ’in doğum günü…
Oğlunun kırık bıraktığı kalbiyle daha fazla yaşamaya devam edemedi; yazdığı şiirlerini dünyaya bırakıp göçüp gitti. görünen o ki şair olmanın yolu acı çekmekten ve kalbini defalarca acıyla beslemekten geçiyordu. Tevfik de böylece yaptı. Daima kalbinin bir köşesine istiflediği acısıyla dünyadaki hayatını yaşayıp gitti.
Çocukluğu
Tevfik, 24 Aralık 1867 ’de İstanbul Kadırga semtinde Hacı Hatice Refia Hanım ve Hüseyin Efendi ’nin oğlu olarak dünyaya geldiğinde ailesi ona Mehmed Tevfik adını verdi. daha sonra Sıdıka adını verecekleri bir kızları da olacaktı.
Refia Hanım, 1822 Yunan ayaklanmasından daha sonra yetim kalmış ve Osmanlılara sığınıp Müslüman olmuş iki Sakızlı Rum çocuğunun kızıydı. Hüseyin Efendi ise, Çankırı ’nın Bayramören ilçesine bağlı Dalkoz köyünden ayrılıp İstanbul ’a kurulmuş Ahmet Ağa ’nın oğluydu. Tevfik doğduğu sene babası, İstanbul ’da meclis üyesi ve Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü ’ne memur olmuştu. Tevfik, ilim irfan sahibi ve inançlı bir ailenin içinde büyüyecekti.
Kuşkusuz şair olmaya yaraşır acılar yaşamalıydı; bedeller ödenmeliydi. Ilk yıkımını demin 12 yaşındayken yaşadı. Annesi Refia Bayan Hac vazifesine gitmişti. Dönüş yolunda kolera sebebiyle yaşamını yitirdi. Anacığının acısı yüreğini daha köz etmemişti ki, babası saraya jurnal edilerek edilerek Arabistan ’a sürgüne gönderildi. Derhal keza annesiz hem de yetim kalmıştı. Şükürler olsun dönüp sarılabileceği bir kız kardeşi vardı; ama ikisi de az önce çocuktu. Bilhassa annesinin ölümü onu içten sarsmıştı. Babasının bir gün dönme umudu vardı, oysa annesinin hiç dönülmez bir yolculuğa çıktığını biliyordu. İki kardeş artık anneannesi ve büyük yengesinin bakımı altındaydı.
Babası ise, 19 sene süren sürgünden hiçbir süre dönmeyecekti…
Eğitim hayatı
Tevfik, eğitimine Aksaray ’daki Mahmudiye Valide Rüştiyesi ’nde başladı. Ziyadesiyle dindar bir ortamda yetişiyordu. Ama 93 Harbi ’nde yaşanan yenilgiden sonra okulu Rumeli ’den gelen göçmenlere tahsis edildi. Tevfik ’in yeni okulu Galatasaray Sultanisi olmuştu.
Bu yeni mektep, onun hayatının dönüm noktası olacaktı. 11 yıl eğitim alacağı bu okuldaki öğretmenleri, dönemin önde gelen edebiyatçılarından Recaizade Ekrem, Muallim Feyzi ve Muallim Naci gibi isimlerdi. Öğretmenleri ondaki ışığı keşfetmişti. Şiir yazmaya lise yıllarında başlamıştı. Öğretmenlerinin teşvikiyle yazdığı birincil şiiri ise “Tercüman-ı Realite”te yayımlandı. Şiiri Nazmi mahlasında yazılı bir gazel tarzı örneğiydi. Tevfik gelecek taahhüt ediyordu.
1888 ’de birincilikle mezun oldu…
Iş hayatı
Tevfik, mezun olduğu yıl, Hariciye Nezareti İstişare Odası ’nda katip olarak memuriyet hayatına başladı. Kısa bir vakit daha sonra da Maarif Mektubi Kalemi ’ne geçmişti. Oysa bir yılını doldurmadan istifa etti.
Meslek hayatında birçok şeye yetemediği inancına kapılmıştı. Öyle ancak, gecikmiş maaşlarının ödenmesini deha bir ücret bile adalet etmediği gerekçesiyle reddetti. Bu eşi sözde bulunmaz bir dürüstlük olarak görülmüştü. Bu sebepten o istemese de Define göre topluca ödeme yapılmıştı. Tevfik ’in kabul etmeme kararı kesindi, parayı Göçmenler Komisyonu ’na bağışladı.
daha sonra Sadaret Mektebi Kalemi ’nde kısa bir zaman çalıştı. Ağustos 1889 ’da her tarafta İstişare Odası ’na yardımcı olarak başladı. Bir yanlamasına da Yüksek Ticaret Okulu ’nda Fransızca ve Türkçe dersleri veriyordu.
Şiir konusuna gelince, bir süredir sessizliğini koruyordu. Fakat elbet bu sessizliği bozmanın da zamanı gelirdi.
Tevfik Fikret evlendi
Suskunluğu ve işleri devam ededursun, bir kız vardı: 15 yaşında pırıl pırıl Nazime Hanım…
Nazime Bayan, kısa bir vakit daha sonra Trabzon Valisi olacak dayısı Mustafa Bey ’in kızıydı. Tevfik ve Nazime 1890 ’da evlendi. Dayısının evine yerleşti. Haluk adını verecekleri bir oğulları olacaktı.
Bozulan sükunet
Şiir konusunda kendini kapatmıştı ama, İsmail Safa ’nın yönetimindeki Mirsad dergisinde yayımladığı “Bahar” adını verdiği şiiriyle sessizliğini bozdu. Bu böylece bir dönüştü ancak, aynı sene 18 şiirini daha yayımladı. Hem derginin açtığı iki yarışmada da birincili Tevfik ’e aitti; ünleniyordu.
Bir yana da Osmanlı Lisanı Öğretmenliği sınavını kazanmıştı. 1892 ’de çok sevdiği Mekteb-i Sultani ’ye ilkokul üçüncü derslik Türkçe Öğretmeni olarak atandı. Hayatında ayrı bir dönem açılmıştı. Hayatında yükselişe geçmişti…
Bir süre sonra Muallim Naci Bey ’in ölümü üstüne, Tevfik okulun Edebiyat Öğretmeni oldu. Sırası Gelmişken şiirlerini yayımladığı Mirsad dergisi kapanmıştı. Şiire de ara vermişti oysa, öğretmenlik görevinin ona şiiri de getirmesini sevinçle kucakladı. Arkadaşları Hüseyin Kazım ve Ali Ekrem “Malumat” adını verdikleri bir dergi çıkarıyordu. Kesinlikle başyazarı da Tevfik ’ti. Ilk şiiri “Tebrik-i Veladet” adını verdiği padişah Abdülhamit ’i öven şiiri olmuştu. Bu dönemde yazılan şiirlerde padişaha yan bir çizgide ilerliyordu; eski şiirlerine nazaran daha batılı bir tarzda yazıyordu. Dergi, Mayıs 1895 ’te kapanana dek Tevfik, 25 şiirini yayımladı.
Sessizliğini bozmuş, hayatının seyrini istediği yöne çevirmişti; ancak tekrar bir sükunet dönemi peşi sıra geliyordu. Hükümet bütçede kısıntı yapmaya karar vermişti, memur maaşlarını yüzde 10 kesti. Tevfik bu duruma tepki olarak 1895 ’te okuldan ayrıldı; inzivaya çekilecekti.
Tevfik Fikret yönetiminde dergi
Öğretmenlerinden Recaizade Ekrem 1895 ’te Tevfik ’i bir bilim dergisi olan “Servet-i Fünun”un sahibi Ahmet İhsan Bey ile tanıştırdı. Derginin bir edebiyat dergisi olması yönünde ısrarcıydı ve başarmıştı. Mal Varlığı-i Fünun, 256. Sayıdan itibaren Tevfik Fikret yönetiminde ve bir edebiyat dergisi olarak yayımlanmaya başladı.
Bu yıl tam çok fena geçecekmiş gibi hissettirirken birden onun yılı oluvermişti. Evet, bir dergisi olmuştu; lakin başlıca bu yılın en hoş ödülü, oğlu Haluk ’tu. Tevfik, baba olmanın tarifsiz duygusunu iliklerine dek yaşıyordu.
Sanat yaşamının da en bereketli zamanıydı derhal. Şiirlerini “Tevfik Fikret” imzasında yayımlamaya başlamıştı; bir gün onu herkesin şiirleriyle anacağı o isimle.
Bu dergi, yeniliklerle doluydu. Etrafında toplanan yenilikçi bir grup açık fikirli vardı ve bu sanat topluluğunun anılacak adı da oluverecekti. Bu kalabalık, sanatta ayrıca biçim keza de içerik bakımından bir atılım yapmayı hedefliyordu. Karamsarlığı ile belli bu topluluk, sahip olduğu ağalı dille hareketlerinin adını da “Edebiyat-ı Cedide” (Yeni Edebiyat) koymuştu.
Bu toplulukta Tevfik Fikret haricen, “Halit Ziya, İsmail Safa, Samipaşazade Sezai, Cenap Şahabettin, Mehmet Rauf, Ahmet Şuayip, Hüseyin Cahit” gibi isimler vardı ve kuşkusuz siyasi eylemlerden uzaktan duruyorlardı. Ancak zamanla Tevfik ’in şiirlerinde toplumun kapladığı alan artmaya başladı be Milliyetçilik ön plana çıktı. Hatta 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı ’nda Türklerin kazandığı zaferden böylece etkilenmişti fakat, mertlik şiirleri yazmaya başladı. “Yenişehir Gazilerine” adını verdiği şiirinde az daha dünyaya meydan okuyordu.
Tevfik Fikret ’e gözaltı
Tevfik, 1896 yılı biterken Robert Koleji ’nde Türkçe Öğretmeni oldu ve bu görevi ölümüne kadar sürecekti.
Okul haricen kalan tüm zamanını dergi için harcıyordu. O dönemde dostu İsmail Safa ’nın evinde Abdülhamit karşıtı bir şiir okudu ve bu şiir onun gözaltına alınmasına sebep oldu. Anında evi dip köşe arandı; fakat söz konusu şiir bulunamamıştı. Birkaç gün daha sonra serbest bırakıldı.
Ancak nem kapılmıştı bir defa, Tevfik çok geçmeden Robert Kolej ’indeki bir çaya karısıyla birlikte gitmesi gerekçesiyle baştan gözaltına alındı. Tevfik doğru içe çok sıkılıyordu. Tüm bu olaylar onda inziva düşüncesini yine derinleştirmeye başlamıştı.
Arkadaşları Hüseyin Cahit, Hüseyin Kazım ve Mehmet Rauf, Dr. Esat ’ın düşüncesini onaylamış, hep birlikte Yeni Zelanda ’ya gitmeyi destekliyordu. Fakat negatif sonuçlanınca Hüseyin Kazım ’ın Manisa ’daki çiftliğine yerleşmeyi planladılar. Fakat Tevfik Fikret bundan da vazgeçmişti. Hâl böyle olunca dostları da vazgeçti.
Birincil kitabı
Tevfik, 1900 ’de birincil kitabı “Rubab-ı Şikeste” (Kırık Saz) ’yi yayımladı. Büyük bir ilgiyle karşılandı. Kitabı da dergideki çalışmaları da onun için fazla özeldi. Fakat Ahmet İhsan ile dergi yönetiminde düştükleri anlaşmazlık sonrası Tevfik, ertesi sene topluluktan ayrıldı. Rica etmişti, dergi yönetimini Hüseyin Cahit üstlendi. Oysa birkaç ay daha sonra Servet-i Fünun, Hüseyin Cahit ’in Fransız İhtilali hususunda yaptığı bir çeviri nedeniyle kapatılacak ve grup tamamen dağılacaktı.
Tevfik ’in ise elinde biricik kitabı ve Robert Kolej ’indeki öğretmenlik görevi kalmıştı.
İnziva düşüncesi – Aşiyan
Mal Varlığı-i Fünun kapatılmış, arkadaşları İsmail Sfa ve Hüseyin Siret de sürgüne gönderilmişti. Bu baskılı yönetimden dolayı ziyadesiyle karamsardı oysa, 1902 ’de de kız kardeşi Sıdıka ’nın ölümüyle sarsıldı.
İstanbul ’u ahlaksızlıkla suçlayıp lanetliyordu Tevfik… İşte o meşhur “Sis” şiirini 1902 ’de İstanbul ’un sisler altında olduğu bir günde yazdı.
Bir yana da göremese de hala babasından haberler geliyordu. Şimdiki sürgün yeri de Irak ’tı işte. Ve sonunda 1905 ’te babasının da ölüm haberini alacaktı. Bütün bunlar Tevfik ’in kalbini parça parça etmiş, annesinden kalan közü harlamıştı.
Senelerdir her bir olay aleyhinde içine düşen şu “inziva” fikri, bundan böyle daha da kemiriyordu içini. Bunun için Kadırga ’daki konağın satışından elde ettiği parayla Robert Kolej ’inin yamacında, Rumelihisarı ’nda bir ev yaptırmaya başladı. Yalnızca yazma yeteneği yoktu Tevfik ’in, resim de yapardı. Bu sefer çizebilme yeteneğini evinin planını çizerken kullandı. Tüm bu süreçle ilgilenmek, onu oyalıyordu. Bu Nedenle yüreğini yakanları daha az düşünüyordu. Üç katlı ahşap binanın inşaatı 1905 ’te tamamlandı. Eşi ve oğlu ile bu evde yaşamaya başladı.
Toplumla arasına bir mesafe koymuştu, bir yanlamasına da mesleğine devam edebiliyordu. Ülkenin gidişatını uzak seyredecek ve yeni eserler üretebilecekti. İşte evine bu yüzden “Aşiyan”( yuva) adını verdi. Daha ilk günden vasiyeti, evinin bahçesine gömülmek olmuştu bile.
Tevfik ’in gözünde artık “millet, tarih, din, yiğitlik” gibi konuların yazmak söz konusu olduğunda öyle ehemmiyeti kalmamıştı. “Tarih-i Kadîm” şiirini din ve tarihe karşı, “An-i Teahhur”u da 1905 ’te Ermenilerin Sultan II. Abdülhamid ’e düzenledikleri suikasta duyduğu endişe sebebiyle yazdı. II. Meşrutiyet ’in ilanına değin da başka şiir yayımlamadı. Derdi günü edebiyat üstüne düşünmekti. Tevfik, Edebiyat-ı Cedide ’nin içe dönük boyutunu aşacak bir edebiyat tavrına içten ilerliyordu…
II. Meşrutiyet
II. Meşrutiyet, Tevfik ’in kabuğundan çıkmasını sağlamıştı. İttihat ve Terakki yönetiminin ricası üstüne ilandan 13 gün önce “Halk Müziği Şarkısı” adını verdiği marşı yazdı. Bu marş, devrimin habercisiydi. Meşrutiyetin ilanından daha sonra da “Rücu” (Geri Alış) adını verdiği şiirle İstanbul ’un üstüne üstüne savurduğu lanetin küllerini geri aldı.
Dönüşü harikulade olmuştu. tüm gücüyle yazıyor ve koşturuyordu. Hüseyin Cahit ve Hüseyin Kazım ile “Tanin” adını verdikleri bir gazete çıkardılar. Ilk sayfasında Sis şiiri ve Rücu manzumesi bir aradaydı. Ama, gazete İttihat ve Terakki ’nin yayın organı hâline getirmek istenince, Tevfik gazeteden ayrıldı.
Tevfik ’e Maarif Vekilliği öneri ediliyordu; fakat o kabul etmedi. Yerine göreve Abdurrahman Itibar getirildi ve onun çağrısı üstüne Tevfik de Mekteb-i Sultani Müdürlüğü ’nü kabul etti. 1895 ’te istifa ederek ayrıldığı okula, 1909 ’da müdür olarak dönmüştü. Bir yanlamasına da Darülfünun ’da Edebiyat dersleri verecekti. Tevfik, mektep için yenilik demekti. Mektep, Beyoğlu ’ndaki bina yandığı için Beylerbeyi ’ne taşınmıştı. Tevfik, eski binanın inşasını fazla sürmeden tamamlattı.
Fakat getirdiği yenilikler bir kesimin de şikayetine yol açmıştı. Buluşma salonunun mescidin üzerine yaptırması gerekçesiyle basının sivri eleştirilerinin hedefindeydi. Bu sırada “31 Mart Vakası” da patlak vermişti. Tevfik, ayaklananların okulu yıkacakları haberini aldığında, “Sultani ’yi çökertmek için önce beni devirmek lazımdır” diye karşı çıktı. Onları kanımca kendisi okulun önünde beklemeye koyuldu. Hatta bazı kaynaklara kadar kendini okulun kapısına zincirlemişti. Isyan bastırılmıştı; Tevfik istifa etmeyi düşünüyordu ki, onu öğrencileri geri döndürdü.
Bir zaman daha görevini sürdürdü. Ama bir zaman daha sonra eski Maarif Nazırının yerine atanan Emrullah Bey ile anlaşmazlığa düşmüştü. Böyle yürümeyeceğinin farkındaydı; 1910 ’da görevinden elbette istifa etti. Böylece ancak, kanımca Emrullah Bey ’in isteği dahi onu durdurmadı.
Tevfik, Aşiyan ’daki evine inzivaya çekildi ve yalnızca Robert Kolej ’indeki derslerine devam etti.
Oğlu Haluk için
Oğlu Haluk ’un doğumundan sonra Tevfik ’in tek isteği ileride ülkesini bilgisiyle aydınlatacak bir kahraman gibi yetişmesini sağlamaktı. Oğlunu, 14 yaşına geldiğinde, 1909 ’da, Elektrik Mühendisliği eğitimi alması için İskoçya ’nın Glasgow şehrine yolladı.
Tevfik, arzusunu “Haluk ’un Vedâı” ve “Promete” adını verdiği şiirlerinde dile getirdi. Oysa yaşam tekrar tekrar düş edildiği gibi olmuyordu elbet. Haluk, yanına yerleştirildiği Hristiyan ailenin etkisiyle din değiştirdi ve babasının düşündüğünden çok bambaşka bir yaşam sürmeye başladı.
Tevfik, 1911 ’de “Haluk ’un Defteri” adını verdiği bir eser yayımladı. Gençliği tek umudu olarak görüyor ve onlara sesleniyordu. Şiirlerinde onlara çalışkanlığı ve yurt sevgisini öğütlüyordu. Yine benzer yıl “Rubab ’ın Cevabı” bir diğer şiir kitabında da konusu halkın acılarıydı.
Haluk ise, evinden ve yurdundan en ince ayrıntısına kadar uzaklaşmıştı. 1913 ’te Amerika ’ya gitti ve ailesine izini kaybettirdi. 1916 ’da da Michigan Üniversitesi Cihaz Mühendisliği ’nden mezun oldu. Her Yerde ülkesine dönmek bir seçenek bile olmamıştı Haluk için. 1943 ’cilt sonra kendisini dine verdi ve rahip olacak; 1965 ’te de Orlando, Park Lake Presbyterian Kilisesi Rahibiyken hayatını kaybedecekti.
Tevfik Fikret ’in son zamanları
Tevfik, oğlunun kendisine yaşattıklarına çok üzülüyordu şüphesiz; fakat bir yanlamasına da burada hayatı devam ediyordu.
1912 ’de, Trablusgarp Savaşı sebebiyle Meclisin fethedilmesine aleyhinde öfkesini dökmek için “Doksan Beşe Içten” şiirini, “Vazife” dergisinde yayımladı. Oldukça sert bir tenkit dili vardı. Bu eleştiriler, devrin yolsuzluklarını dile getirdiği “Han-ı Yağma” şiirinde de devam etti. “Bayrak Şerif Huzurunda” şiiriyle de yanlış bir kararla I. Dünya Savaşı ’na girilmesini yeriyordu.
Hâliyle devrin yöneticilerini kızdırmıştı. Muhafazakar kesimler göre da ağır eleştirilere maruz kalıyordu. Tevfik, bunlar karşı mükemmel bir moral çöküntüsüne düşmüştü ve fazla geçmeden sağlığı bozuldu. Elbette her şeye cevabını da kalemiyle verecekti, nihayetinde o bir şairdi.
Çağdaş bir okul açmak istiyordu ve diğer taraftan edebiyat dergisi dışında tutmak… Ancak bu projeleri bozulan sağlığı sebebiyle gerçekleşmeyecekti. Son yıllarda kendini çocuk şiirleri yazmaya verdi. Yalın bir dille ve hece ölçüsü kullanarak yazdığı şiirlerini 1914 ’te “Şermin” adlı kitabında topladı. Kitaba, genç yaşta ölen kardeşi Sıdıka ’nın kızı ve eğitimci Mustafa Satı Bey ’in kurduğu okulun öğrencileri ilham vermişti…
Tevfik Fikret öldü
Fazla inişli çıkışlı bir hayat yaşamıştı Tevfik. Oğlunun ona yaşattığı hayal kırıklığı kalp kırıklıklarına eklenmiş en büyük darbeydi. Oğlunun kendisine karşı aldığı sadakatsiz tavırları, yürek kırıklıklarının yanında vücudunu da hastalıklara bırakmıştı. Geçirdi buhranlar ve çaresizlikler peşini hiç bırakmadı. Hekim tedavisini de kabul etmiyordu. Bir nevi kendini ölüme hazırlıyordu. Geçirdiği bir ameliyat ardından 19 Ağustos 1915 ’te hayatını kaybetti.
Vasiyeti Aşiyan ’a gömülmekti; fakat buranın kimin eline geçeceği konusundaki endişeler sebebiyle Eyüp ’teki aile mezarlığına gömüldü. Evi 1945 ’te müze hâline getirildi ve kabri de 24 Aralık 1961 ’de, doğum gününde, daima istediği gibi Aşiyan ’a taşındı.
Ölümünün peşinde
Son haftalarında Aşiyan ’a sık sık gelen ve kendisiyle yakın dostluk kurup portrelerini yapan Mihri Müşfik Bayan, ölümünden daha sonra Tevfik Fikret ’in yüzünün ve sağ elinin kalıbını aldı. Bu Türkiye ’de bilimsel olarak hazırlanan ilk maske çalışmasıydı.
Hem 1920 ’lerde Tevfik Fikret ’in anısına Galatasaray Lisesi ’nin bahçesine bir anma mezarı yaptırıldı. Rıza Tevfik ’in başlattığı bir gelenekle ölümünün ilk yılından başlayarak vefat yıldönümlerinde evinde anılmaya başlandı. 1918 ’deki törende, Mustafa Kemal Atatürk de vardı…
Kırılgan ruhu, yazdığı şiirleri ve oğlunun kırdığı kalbiyle bir Tevfik Fikret geçti bu dünyadan…
İyi oysa…
Damla Karakuş
email protected
Not:
Biyografisini okumak istediğiniz kişileri lütfen bizimle paylaşın.